17 Ocak 2010 Pazar

Olympos...


2008 yılının son yaz ayı Ağustos...
Antalya nemin altında ağır ağır kıvrılmakta...Otobüse doluştuk, uyuduk, uyandık, mahmur gözlerle bakındık yollara.

Olympos'a geldik. Temiz havayı kokladık. Soğuk sulara atladık. Bedenimizi ve ruhumuzu arındırdık taşlarla kaplı sahilin üzerinde. Tepelerin ardında kalan güneşi yakalamaya çalıştık ama başaramadık, kaçıp gitti bizden; "suyun berraklığı ve doğanın cömertliği ile başbaşa kalın" der gibi.

Müzikler değişti, insanlar güldü, insanlar sevişti. Her beden nefes alıp verdikçe büyüdü, serpildi, ördü saçlarını rengarenk. Dansettik geceleri, sabahları; şarkılar söyledik. Zifiri karanlıkta birlikte yürüyüp, yalnız ayak seslerimizi dinledik. Ne o benim dilimi bilebildi ne be onunkini. Ulaştık.

Işık aradı gözlerimiz. Alışamadık bir süre karanlığa,mutlak olmasa da. Dinledik; önümüzde Akdeniz ve ayaklarımızın altında huzurlu,dingin ve binyıllık taşlar, bize türküler söyledi. Sonunda baktık ki, ay ışığı parlıyor, yıldızlar da bir okadar inatçı ve sayısız.

Şarap dudaklarımdan akarken, uzanıp da gökyüzüne hayran olduğum dakikalarda, yanımdaki ve kendimdeki dahil, tüm bedenlerden sıyrılıp sonsuzluğu düşündüm. Yıldızlara doğru çekildim, çekildim, çekildim...Ölüm gelse o an, yenik düşerdi yorgunluktan; çünkü ben varoldum o anda, o noktada ve sanki hep orda kaldım, şu andaki gibi orda yaşamaya başladım.

Hep şarkılar söyledim. Yürüdüm, dansettim açık havada geceleri. Şarap değdikçe çözüldü dudaklarım, ellerim ve tenim.

Şimdi bugündeyim.
Bambaşkayım.
Sonra "o günde" olmaktan korkmaktayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder