17 Ocak 2010 Pazar

Ne çok eski ne çok yeni....Ankara'dan


Öylece oturup Kızılay'da bir banka,gelen geçeni izlemek dalgın gözlerle...
Sağımdan solumdan hayatlar geçerken, kendi hayatımı sıfırlıyorum. Gülüşmelerle, kızgın sözlerle...geçip gidiyorlar. Beklediğimi unutuyorum birini, sanki buradaki ağaçların dostuymuşum, yıllardır burada duruyormuşum gibi.

Yanıma oturan kırklarında kadının şaşkıın bakışları arasında, "sol elim" ile yamuk tuttuğum kalem titriyor. Ankara Mart ayında soğuk ne de olsa. Masmavi gözlerini arada kaçamak kaçamak gezindirip burun çekiyor.

Hafif bir rüzgar esti. İstanbul'u anımsattı bana. Sahil çay bahçelerini... Ne kadar uzun zamandır içime işleyen yüzler var kıyıda. Şu gelip geçenler, yabancı soğuk yüzler!

Gençler, yaşlılar, "anne bu kim?" diye bağıran bir çocuk sağımdaki heykele doğru...Sadece onlar da değil, başımın hizasında uçuşan serçeler... Ama hava onlar için de soğuk, gökyüzü gri ve hava kasvetli, hani mart ayı için.

Oturdukça ellerim üşüyor, burnum akıyor. Atkımı bir kat daha sarıyorum. Hareketlerim en az seviyede, yazı hariç. Kucağımda hiç okumadığım gazetem. Soğuk soğuğu tetikliyor, bir de yalnızlığı.

Geçmişinde bana benzeyen kızlar ve gelecekte benzemekten korktuğum ( yersiz korkular) kadınlar dolanıyor. Konuştukları bir hikayenin devamı gibi neredeyse. Şaşırtıcı derecede herkes bambaşka ama bir o kadar da aynı.

Ve bir anda telefonun çalışıyla ivme kazanıyorum. Sağlam bir dostun sesi içimi ısıtan; İstanbul'dan. O anda kendime kızıyorum, bu hangi yalnızlık, ümitsizlik, hareketsizlik?

Sanki hiç konuşmadan bağ kurdum yanımdaki kadınla. Sanki ortak birilerini bekliyoruz. Bekleyişte olduğu çok açık çünkü.

Beklediğim hala gelmedi. Isınmak için o boyuttan ayrılıyorum. Yürümeye koyuluyorum.




(fotoğraf: Okan Vural)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder