11 Ocak 2010 Pazartesi

Dosta sarılır gibi samimi...

İlk defa gidişimdi. Kilometrelerce gidişim, saatlerce gidişim, ürkmüş, korkmuş ve ağlamış uzunca zamanlar.

Bir çok saat geçti, asfalt kıpırdadı, ezildi otobüs tekerlekleri altında. Ben ezildim oturduğum yerde heyecandan. Yıllardır görmediğim bir dostu görmeye gider gibi...

Sınırdan ( hayali sınırdan) geçtiğimde, gerçekten de bir dosta sarılır gibi hissettim. Nedenini hiç sorgulamadığım bir histi bu. Yolların kenarında küçük anıtlar dikkatimi çekti; minik evler gidiydiler, mavi, siyah...Camlarının içinde mumlar yanıyordu, belki de eski püskü kağıtlara bir şeyler yazılmıştı; dua gibi bir şeyler, haçlar ihtişamlı görünüyordu içlerinde. Acı gülümseme denir ya, öyle bir ifade yansıdı camdan bana. Çünkü unutmuyorlardı yollarda hayatını yitirenleri ve bu çok samimi bir şeydi. Yollar çok fazla can alabiliyordu, çok fazla hayal, çok fazla gelecek ve geçmiş...

Atina'ya ulaştım. Atina...Evimde gibi hissettim. Yüzler aynı, bakışlar aynı, zevkler aynı gibi geldi. Sokakların düzensizliğinde bile bir aitlik buldum, garipsemedim şehirdeki enerjiyi. Büfenin köşesinde simit satıyordu bir amca ve öğrenciler toplanmıştı etrafına. Diğer köşede "souvlaki" yiyebilirdim, pide ekmeğinde ve çok ucuza.

Bir başka bağ hikayem var Atina'dan. Kaybolmuş gibi dolanıyorduk yol arkadaşımla. Harita satan bir büfe bulsak gezinecektik etrafı. Bizi gözlemlemiş olacak, telaşımızı, yanımıza orta yaşların biraz üzerinde bir adam yaklaştı. Ne aradığımızı sordu önce. Bir kaç görülecek, gezilecek yer tarif etti. Çok sevimli ve bizden biriydi.

İşin ilginç yanı "Türk müsünüz?" veya "Yunanistan'ı seviyor musunuz?" gibi sorular sordu. Bakışlarımı ve yüzümdeki ifadeyi sanırım kelimelere dökemem. "Tabi ki seviyoruz." dedik. Gülümsedik birbirimize. Yardım etti bize. Onunla bir bağ kurdum orada. Belki de birilerine anlatmıştır bizi. Bir kaç kişi ya arkamızdan konuşmuştur ya da sevmiştir. Bilemiyorum.

O anda aklımda, "karşı kıyıda doğmuş olsaydım" fikri dolanmaya başladı. Bu bir oyun, bir tesadüf, bir anlık ışıma...Karşı kıyı, sadece karşı kıyıda doğmuş olsam, adım, dilim, şehrim...farklı olacaktı. Ama ben yine ben olabilir miydim? Ne farkederdi ki ?

Atina'da buluştum Dimitris ile. Bir ağabey gibi sahip çıktı. Annesinin yemeklerinden yiyemesem de teşekkürlerimi ilettim. Eminim donatmıştı sofrayı. Gidebilmiş olmayı isterdim yanına.

İnsanı kendinden geçiriyor bu yunan yemekleri.

Atina'yı gezdim. Bir buçuk günde. Ara sokaklar, o minik taş sokaklar...Şiir gibiydiler. İnsanların yüzü açık ve parlaktı. Hele bir kaç sokak vardı, kafeler ile bezenmiş, insanlar rahatlıyor, konuşup paylaşıyorlar. Van Gogh'tan alıntı yapmıştı sanki renkler.

Bu ülkeyi anlatmakla bitiremeyeceğim galiba. Hala bir çok parçamı oralara dağıtmam gerek gibi hissediyorum.Müziğine, yemeklerine, yollarına, diline ve havasına hasret çekiyorum. Kadınlarına hayranlık erkeklerine bağlılık duyuyorum. Niye, bilmiyorum. Hep gitsem ve orda kalsam, sahil kasabasında uzo ve şarap içip dansetsem, sirtaki yapsam, zeytinyağlılarından binbir tat alsam.
ve tekrar hayal kursam.
Hayal kursam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder