Bir çok saat geçti, asfalt kıpırdadı, ezildi otobüs tekerlekleri altında. Ben ezildim oturduğum yerde heyecandan. Yıllardır görmediğim bir dostu görmeye gider gibi...
Sınırdan ( hayali sınırdan) geçtiğimde, gerçekten de bir dosta sarılır gibi hissettim.
Atina'ya ulaştım. Atina...Evimde gibi hissettim. Yüzler aynı, bakışlar aynı, zevkler aynı gibi geldi. Sokakların düzensizliğinde bile bir aitlik buldum, garipsemedim şehirdeki enerjiyi. Büfenin köşesinde simit satıyordu bir amca ve öğrenciler toplanmıştı etrafına. Diğer köşede "souvlaki" yiyebilirdim, pide ekmeğinde ve çok ucuza.
Bir başka bağ hikayem var Atina'dan. Kaybolmuş gibi
İşin ilginç yanı "Türk müsünüz?" veya "Yunanistan'ı seviyor musunuz?" gibi sorular sordu. Bakışlarımı ve yüzümdeki ifadeyi sanırım kelimelere dökemem. "Tabi ki seviyoruz." dedik. Gülümsedik birbirimize. Yardım etti bize. Onunla bir bağ kurdum orada. Belki de birilerine anlatmıştır bizi. Bir kaç kişi ya arkamızdan konuşmuştur ya da sevmiştir. Bilemiyorum.
O anda aklımda, "karşı kıyıda doğmuş olsaydım" fikri dolanmaya başladı. Bu bir oyun, bir tesadüf, bir anlık ışıma...Karşı kıyı, sadece karşı kıyıda doğmuş olsam, adım, dilim, şehrim...farklı olacaktı. Ama ben yine ben olabilir miydim? Ne farkederdi ki ?
Atina'da buluştum Dimitris ile. Bir ağabey gibi sahip çıktı. Annesinin yemeklerinden yiyemesem de teşekkürlerimi ilettim. Eminim donatmıştı sofrayı. Gidebilmiş olmayı isterdim yanına.
İnsanı kendinden geçiriyor bu yunan yemekleri.
Atina'yı gezdim. Bir buçuk günde. Ara sokaklar, o minik taş sokaklar...Şiir gibiydiler. İnsanların yüzü açık ve parlaktı. Hele bir kaç sokak vardı, kafeler ile bezenmiş, insanlar rahatlıyor, konuşup paylaşıyorlar. Van Gogh'tan alıntı yapmıştı sanki renkler.
Bu ülkeyi anlatmakla bitiremeyeceğim galiba. Hala bir çok parçamı oralara dağıtmam gerek gibi hissediyorum.
ve tekrar hayal kursam.
Hayal kursam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder