28 Şubat 2013 Perşembe

Uzaklık...Yakınlık...Üçüzlük!!!

Kimi zaman insan çok yalnızlaşır, kimseyi görmek istemediği gibi bazen de kimsesi yok zanneder.

Kimi zaman kalkıp gitmek ister, kaçmak ister; anlam veremez bir türlü bu hengameye.

Ama bilmez ki insan dediğin, evini, sevdiğini ve kendini taşır içinde.

----------

Ben biliyorum, sevdiklerim uzakta olsa da içimde, tam aklımın içinde!

Kardeşlerim var, üçüzlerim var! Benim kanımdan canımdan, değerlerine hiç bir pahayı biçemeyeceğiniz üçülerim var!

KISKANIN!!!

15 Şubat 2013 Cuma

Ankara'da Varolmak

İçimde bir uçurum var, keskin kenarlı düşünceler ile daha daha dikleşen.

Bir uçurum var göğsümün sol yanına doğru... Gelecek ve şimdiki zaman el ele duruyor, tek ayak üzerinde ve sağa sola yalpalayarak, tam da uçurumun kenarında. Korkular, korkular ve korkular omuzlarında.

Ne zaman sevda rüzgarı esse tepede, cesaret ve korkaklık, yaşam ve ölüm aynı anda beliriyor aklımın sahnesinde. Yer değiştire değiştire oynuyorlar oyunlarını ve uyku hangisi sahnedeyken çöküyorsa üstüme, o kalıyor sahnede.

Ve genelde fanilik ağır basıyor, hatta öyle ağır basıyor ki, yapışıp kalıyorum oturduğum yere! İlk anda dalga dalga korku ve endişe salıyor damarlarıma. Sonra...Sonra da belirsiz bir deli cesareti ve huzur. Hayatın "an"lardan oluştuğunu bir kere daha anımsıyorum, kabullenmesi zor olsa da.

----------------

Otururduk balkonda yazın, Ankara'nın hafif, iç ferahlatıcı akşam serinliğinde. Loş sarı ışığın altında en parlak sohbetleri ederdik.

---------------


Bazen öyle saatlerce oturup boş boş duvarlara bakasım geliyor..ya da bir ekrana. Hiçbir şey düşünmeden bakasım geliyor. O  anlardaki iç huzurunun boyutlarını kelimelerle anlatmak mümkün değil. Sebebine gelince… Biraz uzun hikaye bence.
Çünkü varlığım rastlantısal, yokluğum gibi. Nasıl rastlantısal bir şekilde dünyaya geldiysem o şekilde gideceğim ve bunun bilincinde olmaktan zaman zaman huzursuz olsam da, genelde memnunum. İşte o boş bakma zamanlarında, bir başka boyuta geçebiliyorum. Var olup olmamanın bir endişe olmadığı bir boyuta... Çünkü “hiç”seniz ne endişe vardır ne gerginlik vardır ne de düşünce. Mutluluk da, eğlence de ve güzel duygular da yoktur elbet, birbirini götürür tabiri caizse.  Fakat ölümlülüğün ağır dişlileri arasında bulmaya çalıştığınız huzur aslında yaşamın kendisini kabullenmekte değil, ölümü soluyabilmektedir.


--------------

Hayatımın en güzel yılları diyebilirim şimdi Ankara yıllarına. Ankara'yı güzel kılan, Ankara'ya gitme cesaretini göstermiş veya Ankara'nın denizsizliğinde, kuraklığında büyürken birbirine sarılıp yeşermiş güzel insanlardı.

--------------

Bir kere ölümü kabul ettiğinizde bir anda fişi çekilen bir makine gibi, elektrik kesilmiş gibi veya minik bir patlama gibi bir şey olur. Sonrasındaki birkaç saniye hiçbir şey duymaz, görmez veya hissetmezsiniz. Hiçlik sizi sarıp sarmalar. Manalar, bütün manalar bir anda ufalanmaya başlar kumdan kaleler gibi önünüzde. Birkaç saniye sonunda gözleriniz dolar. Hain bir öfke gelir oturur göğsünüze ve yapışıverir oturduğu yere. Neye karşı olduğunu bilmediğiniz bir öfke…

-------------

"Kimse yok, kimse kalmadı Ankara'da, gelme" diyorlar. Ama biliyorum, kalkıp gitmiş olsa bile insanlar, kalkıp gittikleri yerlerde huzur çökmüştür. Yalnızlık olsa da, dingin, içten mutlu ve bilgin bir yalnızlık vardır Ankara'da.

Tatlı serinlikte, loş sarı ışığın altında en parlak sohbetleri ederdik. Doyururduk birbirimizi, doydukça hafiflerdik ve apaçık göğe dönerdi bakışlarımız. Ne kadar soğuk olursa olsun, hep sıcak bir tarafı vardı Ankara'nın, samimiyetinden ötürü.

Evet, bu bir nostalji yazısı...

Bir özlem yazısı...


Ayça.

Naive English Poem.

You are the sweet curl
At the edge of my lips,
And the feeling of freedom,
of the most adventurous trips…

As a little curious girl,
I walked the path to conquer,
With the naive courage I got,
I wonder, wonder and wonder.


9 Şubat 2013 Cumartesi

Kabul.

Ağır ağır yanan sigara dumanı, içmesini bilmediğimden, sol gözümü yaktı ve bir damla yaş ağır ağır süzüldü yanağıma.

Yaşın süzülmesi hiç bir his getirmedi yanında.

Bir tarafı balkon, üç tarafı beyaz duvar olan bu odada zamansızca oturuyordum.

Düşünüyordum. Deliriyor muydum diye düşünüyordum. Deliriyor muydum diye düşünürken oturuyordum.

Yaşım 25'ti ve hiç tat kalmamıştı. Ne zaman kalmamıştı? Bilmeden oturuyordum. Bilemeden...

Oturuyordum öylece, mutluluğu bekliyordum. Beklediğimi sanıyordum; kendi içimden başka bir yerde olduğunu düşünüyordum. Dışarıda bir yerde, ama nerede?

Zaman geçtikçe sevmeye başladığım bu duvarlara baka baka, zamansızlaştım.

Yaşım 25'ti ve yaşam bitmişti. Bitmiş gibiydi. "Sonra" hiç bir yerdeydi. Nereye baksam yoktu. Ama işin kötüsü, geçmiş de yoktu. Dengesiz bir yüzeyde idi hayat.

İşte o an, varlığımdan şüphe ettim.

Varlığımdan bin kez şüphe ettim.

Delirmeyi bırak, ölüyor muydum? Ölüyor muydum diye düşündüm. Ölüyör muyum diye düşünerek oturdum.

Bir kaç göz bana farklı açılardan baktı o anda odanın içinde. Yukarıdan, yandan, karşımdan... Gözlerimden çaresizlik, oturuşumda kendine güvensizlik ve hiçlik vardı.

Varlığım etraftaki her şeyden rahatsız oldu. Her şeyi yakmak istedim. Yakıp yanışını izlemek dışarıdan.

Göğsüme bir ağrı girdi. Ağrı "varsın" diye fısıldadı aklımın içine.

Kabul etmek istemedim.