28 Şubat 2010 Pazar

Garip zamanlar...

Burada zaman hem çok hızlı hem çok yavaş geçiyor.

Yarım saat geçmiş, oysa ben sabah oldu sanmıştım.

Ama yağmurdan herhalde, akış çok hızlı.

Zaman kayboldu.

Sadece yarım saat geçmiş olamazdı.

Garip.

16 Şubat 2010 Salı

Burunlar ve büyük bir aile


Keyfim yerinde...

Soğuk hava, lapa lapa yağan kar ve günlerdir güneşsizliğe rağmen...

Bugün bu yazı biraz daha farklı ve "hafif" olacak, doğru anlatım olduysa; daha çok "burun"lardan ve nasıl minicik bir evin içinde kocaman bir aile olunur ondan bahsedeceğim.
(üssteki fotoğraf:ailemiz)

Burunlar:

Kısacık zaman ama bir çok yeni yüz! Birçok insanla tanışıyorsunuz, kaynaşıyorsunuz ister istemez burada. Ama tanışmasanız bile çok dikkat çekici, düpdüzgün ve minicik bir şey var hep karşılaştığınız: Burunlar!

İnsanların yüzde doksanının burunları o kadar güzel ki! İnsan yüze bakmaya doyamıyor. Kadınlar ,erkekler ve evet, özellikle çocuklar! Çocuk yuvalarının önünden geçerken, topluca yuvadan çıkan ve grup halinde, öğretmenleri ile birlikte yürüyen çocukların hepsine bir anda besleyiverdiğiniz sevgi boyunuzu aşıyor!

Kadınların minik burunları ve sarı saçları onları her ne kadar prototip kılsa da, dikkat çekiciler. Ve uzun!

Eh tabi erkekler de öyle. Genelde yanlarında minicik hissediyorum ( ne güzel değil mi minicik hissetmek?). Fakat, burun bakımından asla! Heybetli gövdenin tepesinde mini mini burunlar! "Kondurulmuş" adeta.
Sanırım "burun"dan yeterince bahsettim.



























(Yukarıdaki fotoğraf:Mini buruna örnek)


Sıra nasıl aile olunurda:

Kaldığımız yurt uluslararası bir yurt. (Yakında fotoğraflar göreceksiniz.) Yan komşumuz Alman, alt komşularımız Kırgız, Finli ve Karaiplerden. Diğer bölümde, Brezilya, Macaristan, Çin...(henüz bilmediğim bir kaç başka ülke)
Fakat öyle güzel bir ilişki kurduk ki, sanki evdeymişiz gibi, akşam yemeğimizi birlikte yiyoruz; (benim bile gelenekselci bir yönüm varmış!),erkekleri besliyoruz(!), ve sonra hep birlikte film izliyoruz mısır patlatıp!

Hatta öyle ki, işi abartıp ağabey- kızkardeş ilişkisi yaşar olduk! Yurda geç geldiğimde sorguya çeken biri siyah biri beyaz iki ağabeyim var! (Şaka gibi ama değil gibi, çok enteresan)

Sevimli yönlerimiz çok! Çok tatlı bir ironi mevcut alt katta ( çok severim ironileri), odada sıska beyaz tenli bir finli ile, siyah kocaman (amerikan futbolcusu) bir Karayipli birlikte, tıpkı erkek kardeşler gibi yaşıyorlar!

Son olarak, iki gündür Finli ağabeyim hasta. Dayanamadık çorba yaptık götürdük, pek iyi görünmüyordu, üzüldük. (Kardeş yüreği)

Umarım yakında iyileşir; onun Türkçe bir ismi de var: Fırat.
(kırmızı t-shirt giyen sarı saçlı kişi, finli ağabey)


Bu arada ben Hollanda kültürünü yakından öğrenme şansı buldum, güzel bir his.

Harstikke leuk!






(Fırat ağabey, nam-ı diğer Tuomas ,hasta:)
(sarı fon, siyah ağabey, Charles:)

12 Şubat 2010 Cuma

Zamanın akışı

Hep kurcalayan soruydu bu, çocukluğumdan beri aklımı: Zamanın tanımı nedir?

Bu şehir, Groningen, eski bir şehir. Oysa, içindeki akış o kadar hızlı, o kadar "genç" ki...

Şehir adeta uykusundan gece uyanıyor, çoğu geceler; sokaklarda insanlar gülüşüyor, koşturuyor , konuşuyor ve bu enerjiden nasibinizi alıyorsunuz!

Güvende hissediyor insan burada. Gecenin ortasında, turuncu ışıklar altında, Grote Markt meydanında, hava çok soğuk iken ( ve ben o soğuğu hissetmezken!) düşünüyorsunuz. Parça parça anılar, geleceğe atıflar, dilekler, korkular... koca bir çağlayan gibi çoşuyor.

İşte, gece ( ya da sabah demeli) eve yürürken ince karın üzerinde, sohbet ederken samimi bir arkadaşla, düşündüm. Tüm bu güzelliklerin büyüsünün verdiği, gerçekdışılık hissi, zahiri görüntüler anlayamadığım, zamanın akışına karışamamam ve bir çok şey uçuştu o sırada.

Fakat, su sıralar her şeyin güzelliğine tutunuyorum; özlem duymanın güzel tarafına, uykusuzluğun, yürümenin, üşümenin, düzensizliğin, şarkıların, insanların, çok yabancı insanların, bambaşka dillerin, yüzlerin, kendime yaptığım yolculuğun, aklımın içindeki insan suretlerinin, ve o suretlerin bana öğrettiklerinin, yarım kalan öğrenmelerin ve hep başka başka tenlerin güzel tarafına.


...Şimdi dost, şarkılar çalıyor odada. Bizi alıp götüren şarkılar.

Titreyen ama bir o kadar da güçlü bir ses yankılanıyor.

"Bilirim seni hüzün etrafı sarmışken sessiz kalırsın belli belirsiz ben bilirim seni, acı bir tebessüm belli belirsiz bir tebessüm...

Hayranım sana sabrına sakince karşımda durup meydan okuyan o tavrına.Varlığına! Korkmuyorum ruhumdaki fırtınada boğulmaktan, karanlıkta yollarımı kaybetmekten
biliyorum kurtarırsın beni sen..."

4 Şubat 2010 Perşembe

Groningen'de ilk hafta

Veda edip aileye, anaya, babaya , İstanbul'a ve tabi bir de dostlara ( eski demiyorum çünkü eskimez dostluklar) çıktım yola.

Havaalanında zaman nasıl geçti anlamadan vedalaştık geri kalanlarla.

Amsterdama ulaştık, hemen trenimizi bulduk ve Groningen'e yola koyulduk.

Heyecan, yorgunluk, duygusallık vb çorba olmuş duygular okunuyordu yol arkadaşlarımın yüzünden. "Uzaklara" gitmemişlerdi belki de öyle pek. Onlar için koskocaman bir beklenti yağmuru yağmak üzereydi.

Trende yol aldığımız kompartımanın kaloriferleri bozuk olduğu için, ilk gün sürprizi olarak, bir yandakine geçtik ve bize istasyonda yardım eden çok sevimli Groningenli yaşlıca kadının ve eşinin yanına oturduk.

O yaşlı kadının minik gözleri çok sevimli geldi bana. Sanki onunla da bir bağ kurdum orada, hiç unutmayacağım bir bağ.

Turuncu koltuklu trende karşılaşıp sohbet ettim, Finlandiya'dan birisiyle.Yorgun görünüyordu bayağı. Daha sonra bize "şeker" ikram etti. Simsiyah ve tuzlu bir şeker! Ağzımız tatlandı!

Groningene ulaştık en sonunda. Önce soğuk çarpacak bizi diye düşündük, öyle dediler, şartlanmıştık belki de. Sonra o kadar da soğuk gelmedi hava bana. Hatta Ankara gibiydi, sadece biraz daha ıslak.

Kalacağımız yere geldik, 3 kişi. Minicik, dik merdivenli, eski sayılır, 3 katlı bir bina kaldığımız yer.
Odamız o kadar sevimli ve sıcak ki...Sanki uzunca bir süredir buradaymışız hissi veriyor. Pencerenin önüne geçip dışarı bakmak insanı heyecanlandırıyor, bir de havalar güzelleşince neler olacak!

Odamıza mumlar aldık, kırmıızı meyve kokulu, sohbetimizi şenlendiriyor.

Sokaklar insana güven ve huzur veriyor.

Ah! Bir de bisikletler!
Bisiklet trafiği çok hızlı bu şehirde! Kadınlar süslü püslü, topuklu ayakkabıları ile hiç de acemilik göstermeden hız yapabiliyor! Erkekler, o kadar uzun bacaklı ki çoğu, kenarara parkedilmiş bisikletlerin boylarına bakıp kendimi hayal ediyorum!

Lafı fazla uzatmayayım.

Çatı katı sıcacık odamda papatya çayımı bitirdim, sakinim olabildiğince. Bağlantıda kaldığım insanlar huzur vermekte ve karşımda mışıl mışıl uyuyan o dost da öyle.

Mumları söndürüp uyuma vakti...

İyi geceler bu küçük sevimli şehre ve içinde benimle gecelerde derin bağlar kuranların olduğu şehre...

(fotoğraf: Çatı katımızdan görüntü)