27 Nisan 2010 Salı

Hayale devam....Paris...

Hani bir şehre gidersiniz ve ilk bakışta içinize dolan bir his vardır: Yıllardır orada yaşıyormuş hissi...

Paris'te kokladığım koku tam olarak buydu.

Orada kaldığım zamanlarda nerelere gittim neler yaptım çok fazla detaya girmeme gerek yok diye düşünüyorum. Önemli olan benim zihnimdeki yansımasıydı Paris'in.

Binlerce farklı yüz var orada...binlerce his, düşünce...Kilometrelerce uzaklardan kopup gelmiş parçalar birleşimi...Karmaşa var. Ama karmaşada inanılmaz bir düzen var, insanı allak bullak eden.

Uzayıp giden caddeler var sonsuza çıkacak gibi...Sokaklarda uyuyan evsizler var; binlerce Euro'luk giysiler var vitrinlerde.

Pahabiçilmez tarih parçaları toz halinde havada asılı, sanat ve müzik yoğun bir sis gibi sokaklarda...Fakat, yoz ve yoğun bir is gibi dünyanın gerçek hali aynı zamanda...

Louvre...Meşhur müze.Koridorlarında gezerken insan tarih sahnelerinde oyuncu oluyor, çok düşünme fırsatı buluyor; bitmek bilmeyen müzede "kayboluyor".

Notre Dame kilisesi'nin çatısında kocaman ziller altında dururken insan hayal kuruyor. Sahnelerde şarkılar söylüyor, aşık oluyor bir kadına; dansına hayran oluyor meydanlarda.

ve evet kadınlar; Parisienne kadınlar...Paris kadınının yüzünde hep buruk bir ifade. Belki şehrin makyajlı yüzüdür etkileyen ya da yoran...Kim bilir belki de kırmızı şarabın mayhoş sarhoşluğudur onların bu hali. Ama aklımda kalan Parisienne kadınının Mona Lisa halidir, kazınmış gibi.

-------
Yazdıkça karamsar oluyormuşum gibi gelmesin. Sanat ve ahenk şehri Paris demiştim. Çocukların ellerinde büyüyor sanat Notre Dame Kilisesi'nin önünde.




Metroda tünellerin içinde sanat. Kanallar boyunca sanat, Tour Eiffel'de sanat...



Belki de şehir ve sakinleri tonlarca çelik altında ezilirken, dudaklarında minik bir kıvrılma olsun diyedir tüm uğraş, kim bilir...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder