Aachen gezisi ardından, en güneydeki Hollanda şehrine gittik: Maastricht.
Tam sınırda pek sevimli bir evde kaldık, içinde sıcak çay demlenen, Atv ana haber izleyebildiğiniz! Yer sofrasında yemek yiyebildiğiniz, ince bellide çay içebildiğiniz.
Evde gibi hissettim, kilometrelerce uzakta. Anne sıcaklığında insanlarla!
Maastricht, çok uluslararası, kalabalık, hareketli, biraz pahalı ama çok sevimli, yaşanası bir yer. Sokaklarda gezerken kendimi huzurlu ve neşeli hissettim. Sanki hiç sıkılmadan yaşanabilirdi o şehirde, yüzünü asmadan hep ilham dolarak. (Tabi bu düşünceler o anda çok daha yoğundu, başka yerlere gidene kadar sürdü).
Böyle aklım bir karış havada dolanırken düşünüyorum: Kaçıp gitmeli, bir çok yer görmeli, bir çok insan tanımalı, çok şey denemeli, bir kaç dil bilmeli. Sonra hemen, neden bilmem, depresif hissediyorum, yeterince zaman var mı bunlara? Şans var mı ? Dayanabilme hissi var mı ?
Dünyaya nasılsa elveda denilecek, görebilmeli mi her yeri, yoksa bir anlamı var mı varolmanın?
Şehir bir çok Hollanda şehri gibi güzel kokuyor, sokaklar ve meydanlar gayet tipik, su ana kadar görebildiğim Hollanda şehirleri gibi. Her Hollanda şehrinde olduğu gibi, orada da bu yerlerin güneşli havalarda nasıl olacağını hayal ediyorum. Evet çok güzel!
"Annemizle" sokaklarda geziniyoruz, bir kaç kartpostal alıp "waffle" yemeğe gidiyoruz. Ardından mini mini sokaklardan geçiyoruz.
Binalar çok sevimli, yüzümde şapşal bir ifade bırakıyor adeta; midemin ağrısına rağmen gün güzel geçiyor.
Eve dönüp geleneksel bir yemek ardından başka sıcak bir eve gidiyoruz; orada da misafirperverlik ile karşılanıp Türk kahvesi içip fal bile bakıyoruz!
Ertesi sabah erkenden tekrar yollara düşüyoruz, kıl payı yakaladığımız trenle.
Eindhoven istasyona doğru...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder