-Çok daha önce yazmış olmam gereken bir yazıyı yazıyorum şimdi affınıza sığınarak-
20 Şubat 2010 Cumartesi günü, Amsterdam'a ayak bastım.
Şehir adeta mis gibi kokuyor, kocaman bir fırında kocaman bir ekmek yapar gibi...bunun yanı sıra ise sizi gülümseten kokular da mevcut tabi.
İlk başta güneş gösterdi yüzünü bize. Fakat, ara sokaklarda koşturan soğuk rüzgar içimizden geçti!
Önce şehrin içinde dolandık biraz, Kanadalı sevimli bir rehberle birlikte. Şehrin en eski kısımlarına gittik; en eski kilise, Red Light bölgesi ve şehrin kapısı gibi bir yer.
Peki, neden kilise ile "Red Light" aynı yerde? Bir çoğu gibi bunun da bir hikayesi var tabi ki. Çok eski zamanlarda denizciler, uzun aylarca denizlere açılınca haliyle kadın eline değmemiş oluyorlarmış. Amsterdam'a ulaştıklarında bu sokağa uğrayıp, içip eğlenip, gönüllerini hoş ediyorlarmış. Eh tabi bu kadar günaha bulandıktan sonra hemen kiliseye koşup günah çıkarmak gerekmez mi?
Daha sonra, bir kaç ara sokakta dolandık.-Bu arada şehir deniz seviyesinin altında, hatırlatmakta fayda var-. Sanırım dünyada sadece Amsterdam'da bulabileceğiniz bir yerin önünden geçtik. Bir müze...Müzenin fotoğrafını çektim, biraz uzaktan da olsa. "Hash Museum"
Amsterdam'da evlerin en üst katlarında duvarın kenarında asılı kancalar var. Ama nerdeyse her evin ,bir sokak boyunca. Evlerin merdivenleri o kadar dar ve minikmiş ki, depolamak istedikleri şeyleri en üst kata, çatı katı "kapısından" sokuyorlarmış!
Ayrıca evler zamanla yamulup eğriliyormuş. O kadar çok eğri büğrü ev gördüm ki, gözlerimden şüphe ettim! veya kendi aklımın oyunlarından! Tim Burton'un herhangi bir animasyon filminde miyim dedim kendi kendime!
Biraz boş zamanımız vardı mini şehir turundan sonra, sokaklarda öylesine yürümeye başladık. Havayı koklaya koklaya...
Yine belki de başka yerde bulamayacağınız bir müzenin önüne geldik: "Sex Museum"
İçeride bir çok görsel(!) öğeye maruz kalıyorsunuz! Seksin tarihçesi, çok eski çizimler ve resimler, objeler, fotoğraflar vb. bir çok ilginç şey mevcut. Fotoğraf eklemek isterdim ama, özel seçtiklerimle yetinmemiz gerekiyor sanırım.
Atlamamam gereken bir ayrıntı daha vermek istiyorum. Anne Frank Müzesine gittik! Önce küçük bir salonda kısa bilgiler verdi sevimli bir kadın. Ardından adım adım çıktık çatı katına, Anne Frank'in yaşadığı odalara, dokunduğu duvar kağıtlarına dokundum. Anlatılanlar karşısında tüylerimin diken diken olmasına engel olamadım. Kendimi koydum onun yerine; yıllar önce kitabı okuduğumda da aynı duyguları hissetmiştim, ama bu sefer iki katı dehşete kapıldım!
Yorgun geçen bir günün sonunda, hep birlikte yenen yemeğin ardından, otobüse doluştuk ve eve döndük.
Fakat bir gün kesinlikle yetmedi.
Tekrar görüşeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder