Ankara...
İlk geldiğim gün apaçık zihnimde.
Ankara'da fotoğraflarım çok ama Ankara'nın kendisi ile, yani şehrin kendisi ile pek de yok. Sebebini soramıyorum.
Ama seviyorum bu şehri. Dinginleştiriyor beni. Bir çok şeyi sorgulatıyor, o dinginliğin içinde fırtına kopsa da, bilgece cevaplar peşinde koşturuyor.
Bir gün sora ayrılacağım, kimine göre uzun kimine göre kısa bir süreliğine.
Vakit, hiç bir zaman anlayamadığım zamanın aralarına sıkışmışlıkları çıkarma vakti.
Düşününce Ankara'ya ilk gelişimde buraya İstanbul ile gelmişim! Peşimden bir çok anı kovalamış, bacaklarıma dolanmış, çekmiş de çekmişler beni. Her suret, her laf...Hatta eski üzüntüler ve kırgınlıklar da...
Zaman hep olduğundan daha da hızlı akmış; çimlerin üstünde uyku rüya gibiymiş. mayıs ayında.
Ama, daha derinleri burada yaşamışım İstanbul'dan ziyade. Başkalıklardır belki, derinlik sandığım bilmiyorum.
Aşklar daha isimsizmiş. Fakat o kadar farklı hikayeler anlatmışlar ki bana! Hepsi bir parçam olup, yeni yollar bulup akmışlar adeta; karışıp nehire çözünmüşler.
Kalemim güçlenmiş. Korkusuzlaşmış sanki. O korkudan uzaklaştıkça ben korkmuşum delicesine; yatağımın kenarına çömelip ağlayarak başa çıkamayınca, titreyerek ve bembeyaz bir suratla.
Nefes alabilmişim ama Ankara'da, uzun ve derin nefesler. Kontrolünü sağladım derken, bir asilzade gelmiş altüst etmiş, minnetle ve bir itaatkarlıkla kabul ettiğim.
Şiirleri açıp okumuşum, insanlara atfetmişim. O kadar az yazmışım ki, içim donuklaşmış adeta, kısacık zamanlar gitar çalmış, dansetmiş, şarkı söylemiş ve hayal kurmuşum!
Şimdi ise...
Şimdi o zamanları geri kazanmaya başladığım anlar silsilesi içindeyim. Fakat onların değerini giderken anladım, dönmeyi dilerken bulunca kendimi.
Ankara bana öğretmiş, nasıl bağlar kurmam gerektiğini. İçime sakinliği bırakan (bir o kadar da uzaklar hakkında hayal kurdurup coşkulandıran) şehrin kendisi ile bütünleşen anılarmış. Bu şehirde bir çok dengesizlik muhteşem güzelliği ile ayağımın önüne serilmiş. Yaşlı ve bilge Ankara...teşekkür ederim.
Uzun zaman olmuş, yazmışım:
Köşe
Azdır belki adına yazılanlar
taşına toprağına adananlar...
yoktur belki büyüleyen güzeliğin
gecelerin dışında.
sessizlik ve karanlık bastırınca,
bir köşede ağlama
Ankara...
Ayça...
İki gün önce olsa gerek, bir posta aldım. İçinden insanı ilk gördüğünde neşelendiren bir defter çıktı. Bu defter zihnimdeki uzaklarda seyahat ederken beni kendime yakınlaştırmasını ümit eden ellerden gelmişti bana. Bu hissin kelimeleri yok. Kısacık birliktelikler çok derin yerlere taşıyabiliyor insanı. Yine Budapeşte anıların arasından göz kırpıyor bana. Orada tanıştığım ve güçlü bir bağ kurduğum o sonsuz insana, Özge'ye teşekkürler.
Budapeşte etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Budapeşte etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
29 Ocak 2010 Cuma
11 Ocak 2010 Pazartesi
Geçmişten etki...
Yazmaya başlamadan önce bir iki dakika düşündüm. Beni en çok hangi şehir etkilemişti ve neler yazmıştım adına diye. Cevabın gelişi uzun sürmedi: Budapeşte. Şehre girerken sisler içinden göz kırpan hüzünlü bir yüz gibiydi kendisi. Sıcak sular, buharlar ve dolunay...
Hayatımda garip zaman geçişlerinin yaşandığını düşünüyorum orada iken. Gecenin bir yarısı, eski püskü bir trende, bir arkadaşın davetinden dönerken Budapeşte'ye, camdan dışarı bakışımı ve kendimden son derece uzaklaşmış olduğumu hatırlıyorum. Kilometrelerce uzakta, gece vakti ve yanlız. Tanımadığı bir sürü insanın içine gidiyorken gelen düşüncelerle geçen yolculuk.
Bambaşka yerlerin, farklı bakan insanlarıyla elele, sarmaş dolaş olduğum günlerdi. Yoğun ve çabuktu çoğu şey, sıkıştırılmıştı. Ama derinlik buradan geliyordu işte. Suyun yüzüne uzanıp gökyüzüne baktığımda, gülüşmeler duyarken, burnumun ucu buz kesmişken, dolunaya bakıp hayal kurarken,o gece aklımda en belirgin olan şey: Varolmaktı. Tüm zıtlıkları ile birlikte...
Eve dönerken yazarken buldum kendimi:
Gezip gördüğüm topraklarla
Buluşmak yeniden,
Sayfalarda...
Ben bir İstanbul'da aşık olurmuşum
meğer.
Bir de Budapeşte'de.
Ayça.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)