10 Ocak 2010 Pazar

Yanlız yola çıkmak.



İlk defa uçağa binmeden önce ardımda bıraktığım iki meleğe el sallarken nasıl güçlü görünüyordum kimbilir.

Ama köşeyi döndüğümde basan ateş ve yaşaran gözler. Buna bağımlı olmak zor bir durum!

Yalnız gitmiştim Budapeşte'ye, oradan da Milano'ya. Sonra Torino'ya.(İtalya, neşeli İtalya)

Şehirde uykusu gelmiyor insanın, yorulmuyor. Oradan oraya koşturası geliyor sürekli kıpır kıpır danseden şehrin içinde.

O şehirde attığım her adım saniye saniye aklımda. Fotoğraflara gerek bile yok belki; bunun değeri daha fazla. Kilisenin çatısından baktım şehire ve artık kalbim daha hızlı atıyordu.

Tek başıma ara sokaklara girdim, metroda kayboldum, uzun yollar yürüdüm. İnsanlarla konuştum, onlar fotoğraflarımı çektiler. Kimbilir benden ne kadar uzağa gittiler şimdi.

Tek başına olunca insan bambaşka oluyor. Kendisi kalmıyor artık geriye, deri değiştirir gibi değişiveriyor. Artık ona kokular, yüzler ,sesler vb çok başka geliyor. Her gittiği yere parçalarını bıraktığı kadar, parçalar da alıyor.

Milano'da güzel, kendinden emin, gururlu insanlar gördüm. Yüzlerinde bu ifade vardı. Hepsi birbiriyle rekabet içindeydi sanki ya da hayali bir dünyada idiler, podyumlarda geziyorlardı.

Kiliselere girdim. Tamamen soyut bir varlık gibi hissettim kendimi gezinirken Duomo'da. İçeride oluşan hislerimi anlatmak için, o atmosferin içinden tekrar geçebilmem gerek. Güneş ışığının kırılmaları, yankılanan sesler, mumlar ve detaylar...Sanki toz olup uçuştum o anda.

Milano'da en çok değer verdiğim şeylerden birini buldum: Bir sokak sanatçısı. Bir film karesinin içinde hissettim kendimi, etrafında dolanırken onun müzikle birlikte. Hep böyle durumlarda o sanatçılarla bir bağ kurduğumu düşünürüm ve dünyanın neresine gidersem gideyim, o kopmaz. Hep aklımdadır çünkü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder