Çok zaman oldu biliyorum, oraya gideli...
Ama belki de hızlıca yazıp çar çur etmeye değmezdi...
Ama talihsiz serüvenler dizi içinde geçtiği içindir . Yanardağın patlaması, Avrupa'yı kül bulutlarının sarması, paranın hesapsız harcanması ve diğer planları bozması, çılgın bir otobüs yolculuğu ( sonradan bir o kadar da eğlenceli olduğunu anlamak, bir çok ülkeden insanla tanışmak ve aynı konuda mağdur olmakla eğlenmek!), yolda stresi azaltabilmek için "orujo" içmek...
Madrid! Yaşanacak bir şehir daha! Düzgün ama sıkıcı değil, sıcak ama boğucu değil...Samimi, canlı, renkli hatta renkli demek çok az gelir rengarenk! Evet, ahenk...
Yakın dost ile tatlı tatlı esen hafif rüzgarlar, arada yağan inceden yağmurlar ile gezdim Madrid'i . İlham alınası bir kent! İnsanlar dertsiz tasasız ( veya öyle görünmeyi tercih ediyorlar)...Ama şunu biliyorum ki yaşanan ne olursa olsun , gülebilmeyi başarıyor bu insanlar. Bir ispanyol arkadaşım bana şöyle demişti:
"Hayat bir defa ve çok kısa. Öyleyse neden dansedip, şarkı söyleyip, sarhoş olup sevişerek yaşamıyalım ki ?"
Çok haklısın Fernando!
Madrid'de beni en çok etkileyen yerlerden biri kocaman bahçelerdi! Kocaman yolları olan, içinde camdan bahçesi olan, büyük havuzlu, heykellerle dolu bahçeler...Değişik biçimlendirilmiş ağaçlar sanat eseri olarak dikilmekteydi önümüzde . İsmi Retiro idi bahçenin yanılmıyorsam , Parque del Retiro .
Retiro'da gezinirken, Kristal Bahçeyi ararken daha doğrusu fotoğraf çekmek istedik . İkimiz birden aynı karede olabilmek için uğraştık durduk! Fakat yersizmiş, çünkü birbirinden sevimli dört bahçe görevlisine ( en azından ben öyle olduklarını düşünüyorum) rastladık . Sonuçta o fotoğrafı çektik, ama karede sadece iki kişi yoktu!
Sıcak havada sokaklarda dolaşmak kolay değil, acıkıyor susuyor insan . Bunun için de karnı doyarken tipik İspanyol yemekleri arıyor . Gran Via caddesinde minik bir büfe tarzı yere oturuyoruz . İçerisi "jamon" ile dolu; yani tam anlamıyla duvardan durvara! Bir çeşit domuz eti ürünü, jambon gibi yani . Tostun içine koydurup yiyoruz biramızla .
Aslında esas eğlenceli gün pazar günüydü . Maraton günü ... Andrés'in bir çok arkadaşı maratona katılıyordu ve ardından eğlenceye gideceklerdi .Tabiki biz de onlara katıldık (hayır maratona değil, eğlence kısmına) . Önce bir mekanda içkiler içildi , mezeler yendi. Sangria'ya benzer bir içki denedik. Tinto de Verano...
Ardından yemek yemeye gittik hep birlikte. Zengin ve leziz İspanyol yemekleri! Bolca deniz ürünü ve Sangria! Cest la vie!
Tabi yeni yerleri gezerken her konuda toleranslı olmanız gerekiyor . Yeni şeyler denemek istiyorsanız sonuçlarına da katlanmanız gerekebilir . Mesela domuz kulağı yemek gibi! Bence gayet lezzetliydi! Görüntüsüne kanmayın!
İnsan İspanyol kültürünü gördükçe hayattan iki katı zevk almaya başlıyor . Enerji dolu, yüksek tonlu bir hayat sürüyor orada . Madrid'in en meşhur yerlerinden birinde gençler haftasonları gündüz saatlerinden itibaren eğlenmeye başlıyor . La Latina...
İspanya denildiğinde boğa güreşi gelir değil mi akla ilk gelenler arasında ? Evet, arenadaydım ben de . Bizzat inip arenaya hayal ettim kanlı mücadeleleri! Mücadele diyorum, tabi bu boğa için. Öbekler halinde kan lekelerinin üzerinden geçerek içeri girdik.
Girdiğimiz kapı "enfermeria" idi, matadorlar ölümle burun buruna gelince bu kapıdan geçiriliyorlarmış. Bir bakıma "acil servis"...O kapıdan geçip gittik, he tarafı fayans kaplı o uzun koridordan geçtik iç koridorlara.
O anda insan şunu düşünüyor: Ölümle oyun oynayan bir çok matador geçmiş sedyeler üzerinde bu koridorlardan . Bilerek isteyerek çıkmışlar arenaya, gurur meselesiymiş onlar için bu. Ya bu kapıdan geçeceklermiş ya da diğer "onur" kapısından duvara isimlerini yazdırıp. Ama ölümle oyun oynamak ? O boğanın yüzünde görmek ölümün agresifliğini ?
Son olarak, Plaza Mayor'dan bahsetmeliyim. En çok sevdiğim yerlerden biriydi Plaza Mayor. Büyük kare bir alan, sıra sıra ve bitişik renkli binalar ile çevrili. Binaların üzerinde hikayeler taşıyan resimler. Günümzde tarihin yoğrulduğu bir nokta; cafélerde oturmuş birasını yudumlayan bir çok insan...
Madrid benim için çok özeldi (genel olarak İspanya)...Bir çok anıyı çıkardı çoğu zaman bilinçüstüne...Kurulan duygusal bağlar, kilometreler tanımıyormuş bunu öğrendim ben iki sene önce. Tekrar görüşeceğimize söz vermiştik bir defa ne olursa olsun! Hayatımızda ne değişirse değişsin. Fikir buydu ve insan isterse böyle fikirlere bağlı kalabiliyor; çok az insan olsa da yeryüzünde buna inanan.
İki sene önce bu zamanlar onu yolcularken gözlerim dolu dolu, hayatımın en güzel iki haftasını geçirdiğimin farkında değildim. Şimdi dönüp bakıyorum maziye, ne kadar harika şeyler paylaşmışım ve kadar güzel bağlar kurmuş, varolan bağları güçlendirmişim. Şimdi de gözlerim doluyor ama aynı duygu değil hissettiğim; daha çok özlem ve -adını tam koyamadığım- sıcak bir huzur dalgası.
Ve tam bir sene sonra tekrar görüşebildiğimizde inancım güçlenmişti. Ben de bu İspanya gezisi ile devam ettirdim düğümler atmayı. Düğümlerin devamlı atılacağına da eminim!
Volkan patlayıp İspanya'da mahsur kalınca hikaye daha da ilginçleşti ardından. Mi Andrés'in (ben ona öyle diyordum) evinde mecburen iki gün daha kaldık. Ama o kadar iyi baktı ki bize, akşamları nargile bira keyfi bile yaptık. Hatta gezdirdi bizi. Onu başka bir yazıda anlatacağım (Alcala de Henares,Cervantes'ten enstantane)
Evet, kül bulutları Avrupa'yı sarınca Madrid'den Groningene karayolu ile gitmek durumunda kaldım, yol arkadaşımla bazen didişerek bazen sohbet edip çekirdek çitleyerek. Ama şunu söylemek gerekir ki dünyanın en sevimli yol arkadaşıydı kendisi!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder